Hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası, tıbbi standartlara aykırı şekilde yapılan veya gerekli özen gösterilmeden gerçekleştirilen sünnet işlemi sonucunda çocuğun bedensel, psikolojik ya da cinsel sağlığının zarar görmesi durumunda, kusurlu sağlık personeli veya sağlık kuruluşuna karşı açılan maddi ve manevi tazminat davasıdır. Bu tür davalarda, genellikle işlemi yapan kişinin ehliyeti (doktor, sağlık görevlisi vs.), uygulama hatası olup olmadığı ve zararla illiyet bağı incelenir. Davacı taraf, uğranılan fiziksel zararın yanı sıra yaşanan psikolojik travma için de tazminat talebinde bulunabilir.
Malpraktis davaları konusunda detaylı bilgiler için Malpraktis Davası Nedir? isimli makalemizi okuyabilirsiniz.
İçindekiler
- HATALI SÜNNET NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI NEDİR?
- HATALI SÜNNET NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASININ HUKUKİ DAYANAĞI
- HATALI SÜNNET NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASININ ŞARTLARI
- MALPRAKTİS DAVASI NEDİR?
- MALPRAKTİS DAVASI KİME KARŞI AÇILIR?
- ÖZEL HASTANEYE VEYA BAĞIMSIZ DOKTORA KARŞI MALPRAKTİS DAVALARI
- MALPRAKTİS DAVASINDA BİLİRKİŞİ RAPORUNUN ÖNEMİ
- MALPRAKTİS DAVASI GÖREVLİ VE YEKİLİ MAHKEME
- HATALI SÜNNET NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASINDATÜKETİCİ HAKEM HEYETİNE BAŞVURU
- HATALI SÜNNET NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASINDA ZORUNLU ARABULUCULUK UYGULAMASI
- HATALI SÜNNET NEDENİYLE DEVLET HASTANELERİNE KARŞI AÇILAN TAZMİNAT DAVASI
- SAĞLIK AVUKATINA SORU SORABİLİRSİNİZ.
- SAĞLIK AVUKATINDAN ONLINE DANIŞMANLIK ALABILIRSINIZ.
HATALI SÜNNET NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI NEDİR?
Hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası, sünnet işlemi sırasında ya da sonrasında çocuğun fiziksel, ruhsal veya cinsel sağlığının zarar görmesi halinde, sorumlulara karşı maddi ve manevi tazminat talebiyle açılan dava türüdür. Cerrahi bir işlem olan sünnet, tıbbi bilgi ve dikkat gerektirir. Ancak uygulamada, işlemi gerçekleştiren sağlık çalışanının ihmali, dikkatsizliği ya da yetersizliği sebebiyle çocuğun geri dönüşü olmayan zararlar gördüğü durumlar ortaya çıkmakta; bu tür olaylarda aileler, hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası açma yoluna gitmektedir.
Hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası, genellikle idrar yollarına zarar verilmesi, fazla deri kesilmesi, cinsel organda şekil bozukluğu, kalıcı estetik kusurlar ya da enfeksiyon oluşumu gibi komplikasyonlar sonucu gündeme gelmektedir. Bu tür durumlarda çocukta hem fiziksel hem de psikolojik travmalar oluşabilmektedir. Ebeveynler ise, çocuklarının maruz kaldığı bu zararın giderilmesi amacıyla hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası açmaktadır.
Bu davanın açılacağı yer ve taraflar, sünnet işleminin nerede ve kim tarafından yapıldığına göre değişiklik göstermektedir. Örneğin, özel muayenehanede yapılan işlemlerde hekim ile hasta arasında bir vekalet ilişkisi kurulduğu kabul edilir. Bu durumda hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası doğrudan hekime karşı açılır. Hekimin bir özel hastane bünyesinde çalışması halinde ise hem hekime hem de hastaneye karşı müştereken sorumluluk ileri sürülebilir. Bu gibi durumlarda vekalet sözleşmesine aykırılık ve haksız fiil hükümleri birlikte değerlendirilmektedir.
Devlet hastanesinde gerçekleşen sünnet işlemlerinde durum farklıdır. Burada sünnet, kamu hizmeti kapsamında değerlendirildiğinden, hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası doğrudan idareye (ilgili sağlık müdürlüğüne veya Sağlık Bakanlığı’na) karşı açılmaktadır. Bu davalar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu kapsamında idare mahkemelerinde görülür.
Bunun yanı sıra, hekimin yaptırmak zorunda olduğu zorunlu mesleki sorumluluk sigortası da devreye girebilir. Bu durumda zarar gören taraf, sigorta şirketine karşı da hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası açarak zararının tazminini talep edebilir. Ancak bu yol genellikle hekime karşı açılacak davanın yanında, ek bir güvence niteliği taşır.
Özellikle, tıbbi müdahale sonucunda oluşan zararların giderilmesi için açılacak hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası, yalnızca maddi zararları değil, aynı zamanda çocuğun ve ailesinin maruz kaldığı manevi acıları da kapsar. Bu nedenle manevi tazminat talepleri de büyük önem taşır.
Hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası, hem uygulanacak hukuk türü hem de taraflar açısından dikkatli değerlendirme gerektiren bir süreçtir. Hangi yargı yolunun izleneceği, işlem yapılan yer ve sağlık çalışanının statüsüne göre değişir. Bu nedenle, hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası açmadan önce, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru şekilde analiz edilmesi gereklidir. Uygun prosedürlerin izlenmesi ve hak kayıplarının önlenmesi açısından, bu tür durumlarda uzman bir avukattan hukuki destek alınması büyük önem taşır. Özellikle çocuğun geleceğini etkileyebilecek nitelikteki bu tür zararlar söz konusu olduğunda, hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası etkin bir başvuru yolu olarak karşımıza çıkmaktadır.
HATALI SÜNNET NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASININ HUKUKİ DAYANAĞI
Hatalı sünnet nedeniyle tazminat davasının hukuki dayanağı, olayın gerçekleştiği şartlara ve taraflar arasındaki hukuki ilişkiye göre farklılık gösterebilmektedir. Genel çerçevede bu davalar Türk Borçlar Kanunu, Türk Ticaret Kanunu, Hasta Hakları Yönetmeliği, Avrupa Biyotıp Sözleşmesi ve Türk Tabipler Birliği Etik Kuralları gibi çeşitli ulusal ve uluslararası düzenlemelere dayandırılmaktadır.
Öncelikle, sünnet işleminin özel muayenehanede veya özel bir sağlık kuruluşunda bir hekim tarafından gerçekleştirilmesi halinde, hekim ile hasta arasında vekâlet sözleşmesine dayalı bir ilişki bulunduğu kabul edilmektedir. Bu durumda, Türk Borçlar Kanunu’nun 502. maddesi kapsamında değerlendirme yapılır. Bu maddeye göre vekil, vekâlet verenin bir işini görmeyi üstlenmiştir ve bu işi özenle yapmakla yükümlüdür. Hekimin gerekli özeni göstermemesi, örneğin fazla deri kesmesi, enfeksiyon oluşumuna sebep olması ya da idrar yollarına zarar vermesi gibi durumlar, vekâlet sözleşmesinin ihlali anlamına gelir. Bu nedenle, hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası açılabilir.
Buna ek olarak, Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi de bu tür durumlar için bir diğer temel dayanak hükmüdür. Bu maddeye göre, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille bir başkasına zarar veren kişi, bu zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Sünnetçi ya da tıbbi ehliyeti olmayan bir kişi tarafından yapılan hatalı müdahalelerde, herhangi bir sözleşmesel ilişki olmadan da doğrudan haksız fiil hükümleri çerçevesinde dava açılması mümkündür. Aynı şekilde, özel sağlık kuruluşunda yapılan hatalı müdahalelerde de hem hekimin hem de sağlık kuruluşunun haksız fiilden doğan sorumluluğu gündeme gelebilir.
Sünnet işleminin devlet hastanesinde yapılması halinde ise hukuki ilişki, kamu hizmeti niteliği taşımakta ve doğrudan idareye karşı idari yargı yoluna başvurulmaktadır. Bu durumda, idarenin hizmet kusuruna dayanılarak tam yargı davası açılır ve hatalı sünnet nedeniyle tazminat talep edilir.
Hekimin mesleki sorumluluk sigortası da hatalı sünnet nedeniyle tazminat davasının önemli bir dayanağını oluşturur. Türk Ticaret Kanunu’nun 1478. maddesi uyarınca, zarar gören kişiler, zararın sigorta teminatı kapsamında kalan kısmını, doğrudan sigorta şirketinden talep edebilir. Bu, hekimin sigorta poliçesi kapsamında mesleki sorumluluk sigortasına dayanarak yapılan başvurularla ilgilidir. Bu yol, hekime ya da sağlık kuruluşuna yöneltilen taleplerin tamamlayıcısı niteliğindedir.
Hatalı sünnet nedeniyle tazminat davaları sadece ulusal hukuk hükümleri ile sınırlı değildir. Avrupa Biyotıp Sözleşmesi’nin 4. maddesi, sağlık alanında yapılan her müdahalenin mesleki yükümlülük ve standartlara uygun olması gerektiğini belirtmektedir. Bu hüküm, tıbbi müdahalelerin kalitesini ve güvenilirliğini artırmayı hedeflemekte olup, hekimin özen yükümlülüğünü uluslararası düzeyde de temellendirmektedir.
Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 11. maddesi ise tababetin ilkelerine aykırı ya da aldatıcı nitelikte teşhis ve tedavi yapılamayacağını düzenler. Bu bağlamda, hatalı sünnet işlemi bu maddeye aykırılık teşkil ediyorsa, hasta veya velisi söz konusu mevzuata da dayanarak hak arayışına gidebilir.
Son olarak, Türk Tabipler Birliği Hekimlik Mesleği Etik Kuralları’nın 13. maddesi, bilgisizlik, deneyimsizlik veya ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesinin hekimliğin kötü uygulanması anlamına geleceğini ifade etmektedir. Bu etik ilke, hatalı sünnet gibi olaylarda hekimin mesleki sorumluluğunun değerlendirilmesinde dikkate alınan önemli bir ölçüttür.
Tüm bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası; sözleşmesel sorumluluk (vekalet), haksız fiil sorumluluğu, idari sorumluluk, sigorta sorumluluğu, ulusal ve uluslararası etik ve yasal düzenlemeler olmak üzere çok yönlü bir hukuki altyapıya sahiptir. Açılacak davada izlenecek yol, sünnetin kim tarafından, nerede ve hangi şartlarda yapıldığına göre belirlenmelidir. Bu sebeple, her somut olayın kendi özelinde değerlendirilmesi ve uygun hukuki dayanaklara dayanılarak işlem yapılması gerekmektedir.
Bu konuda detaylı bilgiler için Tıbbi Malpraktis Tazminat Dava Süreci isimli makalemizi okuyabilirsiniz.
HATALI SÜNNET NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASININ ŞARTLARI
Hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası, sünnet işlemi sonucunda hastanın fiziksel ya da ruhsal bütünlüğünde meydana gelen zararların tazmini amacıyla açılan ve belirli şartlara bağlı olarak değerlendirilen bir dava türüdür. Bu davanın kabul edilebilir olması için bazı hukuki ve tıbbi kriterlerin somut olayda bulunması gerekir. Her ne kadar tıbbi müdahaleler belirli riskleri taşısa da, hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası, bu risklerin ötesine geçen, ihmal, kusur veya tıbbi standartlara aykırı uygulamalar sonucunda açılmaktadır.
İlk ve en temel şart, sünnet işlemi sonucunda kişide fiziksel veya psikolojik bir zararın meydana gelmiş olmasıdır. Bu zarar; organ kaybı, fonksiyon kaybı, şekil bozukluğu, enfeksiyon, cinsel gelişim bozukluğu ya da travmaya bağlı psikolojik etkiler gibi pek çok şekilde ortaya çıkabilir. Ancak hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası açılabilmesi için bu zararın, işlem sonucunda ortaya çıkması beklenen doğal bir sonuç değil, hekimin veya sağlık görevlisinin hatasıyla doğrudan bağlantılı olması gerekir.
İkinci olarak, ortaya çıkan zararın işlemle doğrudan bağlantılı olması yani illiyet bağının bulunması gerekir. Başka bir deyişle, zarar ile sünnet işlemi arasında nedensellik ilişkisi kurulabilmelidir. Söz konusu zarar, sünnet dışında başka bir nedenle oluşmuşsa ya da müdahale ile ilgisi olmayan bir komplikasyon sonucu ortaya çıkmışsa, bu durumda hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası reddedilebilir.
Üçüncü olarak, zarar tıbben öngörülemeyecek bir komplikasyon değilse ve tıp biliminin kabul ettiği standartlara uyulmadan yapılan bir yanlış müdahale sonucu gerçekleşmişse, bu durumda hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası açma hakkı doğar. Zararın, hekimin bilgi eksikliği, deneyimsizliği, ilgisizliği veya dikkat eksikliği gibi nedenlerle ortaya çıkmış olması gerekir. Bu tür ihmaller, hekimin kusurunu oluşturur ve tazminat sorumluluğuna yol açar.
Ayrıca, sünnet işlemini yapan kişinin tıbbi yeterliliği de önemli bir etkendir. İşlem, tıp eğitimi almamış veya cerrahi işlem yapma yetkisi olmayan kişiler tarafından yapılmışsa, bu durum açık bir şekilde kusuru ortaya koyar. Böyle bir durumda, hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası doğrudan haksız fiil hükümlerine dayalı olarak açılabilir.
Söz konusu davalarda sadece hekim değil, sağlık kurumu da organizasyonel eksiklikler ya da yetersizlikler nedeniyle sorumlu tutulabilir. Örneğin, sterilizasyon kurallarına uyulmaması, hastane personelinin ihmal göstermesi ya da yetersiz takip süreci gibi durumlar da hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası kapsamında değerlendirilebilir.
Öte yandan, sünnet işlemi ile hasta arasında bir vekâlet ilişkisi varsa ve bu ilişki Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında tüketici işlemi sayılıyorsa, hasta belirli seçimlik haklarını da kullanabilir. Bu haklar arasında, yapılan hatanın ücretsiz onarımı talebi veya işlem ücretinde indirim talebi yer alır. Bu seçimlik haklar, hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası ile birlikte ileri sürülebileceği gibi, ondan bağımsız şekilde de talep edilebilir. Yani hasta hem maddi ve manevi tazminat isteyebilir hem de işlemin düzeltilmesini ya da ücretin bir kısmının iadesini talep edebilir.
Tüm bu unsurlar değerlendirildiğinde, hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası, yalnızca zarar meydana geldiği için değil; bu zararın hekimin kusurlu, özen yükümlülüğüne aykırı ve tıbbi standartlara uymayan müdahalesinden kaynaklandığı hallerde açılabilmektedir. Her somut olayda, tıbbi verilerle desteklenen bilirkişi incelemeleri ile hekimin kusuru ve zarar arasındaki illiyet bağı değerlendirilmektedir.
Hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası, hem tıbbi hem de hukuki yönü olan çok yönlü bir değerlendirme sürecine tabidir. Bu tür davaların başarıyla sonuçlanabilmesi için zarar, kusur, illiyet bağı ve tıbbi standartlara aykırılık gibi temel şartların somut olayda açıkça ortaya konulması gerekir. Bu nedenle, hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası açmadan önce uzman bir hukukçu ve tıbbi bilirkişi desteği ile durumun detaylı şekilde değerlendirilmesi büyük önem taşır.
MALPRAKTİS DAVASI NEDİR?
Malpraktis davası, bir sağlık çalışanının (genellikle hekimin), mesleki bilgi, beceri ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket ederek hastada fiziksel, ruhsal ya da ekonomik bir zarara yol açması durumunda açılan tazminat davasıdır. Hukuken bu tür yanlış ya da ihmali uygulamalar “tıbbî kötü uygulama” olarak adlandırılır. Malpraktis davalarında amaç, sağlık hizmeti sırasında yapılan hatalı teşhis, yanlış tedavi, eksik bilgilendirme, dikkatsizlik veya gerekli müdahalenin yapılmaması gibi eylemler nedeniyle zarar gören kişinin uğradığı maddi ve manevi kayıpların giderilmesini sağlamaktır.
Malpraktis davası, olayın niteliğine göre Türk Borçlar Kanunu (vekâlet sözleşmesine aykırılık veya haksız fiil), Türk Ceza Kanunu (taksirle yaralama veya öldürme), Türk Ticaret Kanunu (mesleki sorumluluk sigortası), Hasta Hakları Yönetmeliği ve çeşitli etik kurallar gibi farklı hukuki dayanaklara göre açılabilir. Malpraktis davası sadece doktorlara karşı değil, hemşire, anestezi teknisyeni, diş hekimi gibi sağlık personeline veya çalıştıkları sağlık kuruluşlarına karşı da yöneltilebilir.
MALPRAKTİS DAVASI KİME KARŞI AÇILIR?
Malpraktis durumlarında tazminat talepleri, özel sağlık kuruluşları ve devlet hastanesi açısından farklılık gösterir. Özel hukuk alanına giren, özel sağlık kurumları ve bağımsız çalışan doktorlar gibi özel sektörde faaliyet gösteren sağlık kuruluşlarına karşı doğrudan malpraktis davası açılabilir.
Ancak, devlet hastaneleri ve diğer kamu sağlık kuruluşları gibi kamu sektöründe faaliyet gösteren kurumlar için durum farklıdır. Bu durumlarda, malpraktis davası yalnızca ilgili idareye veya Sağlık Bakanlığı’na karşı açılabilir. Kamuda çalışan doktor hatası nedeniyle doğrudan tazminat davası açılamaz çünkü bu durum idari bir nitelik taşır. Ancak, bir tazminat kararı alındığında ilgili idare, gerekli koşulların sağlanması halinde bu ödemeyi doktora karşı rücu edebilir.
Bu ayrım, özel sektördeki sağlık kuruluşları ile kamuya ait sağlık kuruluşları arasındaki hukuki süreçlerde farklılıklar oluşturur ve tazminat taleplerinin nasıl değerlendirileceğini belirler.
ÖZEL HASTANEYE VEYA BAĞIMSIZ DOKTORA KARŞI MALPRAKTİS DAVALARI
Malpraktis davası, tıbbi uygulama sırasında hekimin veya sağlık kurumunun mesleki özen yükümlülüğüne aykırı davranması sonucu hastada zararın doğması halinde açılan bir tazminat davasıdır. Özel hastanelerde ya da bağımsız çalışan doktorlar tarafından yapılan tıbbi müdahalelerde ortaya çıkan hatalar nedeniyle mağdurlar tarafından malpraktis davası açılması mümkündür. Bu davalar genellikle maddi ve manevi tazminat taleplerini içeren hukuk davalarıdır.
Malpraktis davası, hatalı sünnet gibi somut tıbbi müdahalelerde hem fiziksel hem de psikolojik zararların giderilmesini amaçlar. Özellikle özel hastaneye ya da bağımsız bir hekime karşı açılan malpraktis davası, işlemin sözleşmeye dayalı olup olmadığına ve ortaya çıkan zararın türüne göre şekillenir. Taraflar arasındaki hukuki ilişki vekâlet sözleşmesine dayanıyorsa, Borçlar Kanunu hükümleri çerçevesinde değerlendirme yapılır. Bu kapsamda malpraktis davası açan taraf, hem uğradığı zararın tazminini hem de Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’dan doğan seçimlik haklarını ileri sürebilir.
Maddi tazminat davası, malpraktis davası türlerinden biridir ve hatalı tıbbi müdahale nedeniyle hastanın ya da yakınlarının ekonomik zararlarını kapsar. Özellikle sünnet gibi cerrahi işlemler sonrası oluşan kalıcı bedensel hasarlar, hastane masrafları, yeniden tedavi giderleri, ilaç ve bakım masrafları bu kapsamda talep edilebilir. Malpraktis davası bu yönüyle yalnızca çocuğun değil, ebeveynlerin de uğradığı ekonomik kayıpların giderilmesine yöneliktir.
Manevi tazminat davası ise, çocuğun hatalı sünnet nedeniyle yaşadığı ruhsal çöküntü, acı, elem ve psikolojik travmanın tazmini için açılır. Malpraktis davası kapsamında bu zararların varlığı çoğunlukla uzman psikolog ya da psikiyatrist raporları ile ortaya konur. Ayrıca, çocuğun gelecekte cinsel kimliği ya da beden algısı üzerinde oluşabilecek olumsuz etkiler de manevi tazminat miktarını belirleyen önemli unsurlardır. Bu nedenle, malpraktis davası kapsamında sadece fiziksel değil; ruhsal etkiler de dikkate alınarak değerlendirme yapılır.
Malpraktis davası açılırken davanın tarafları büyük önem taşır. Mağdur çocuk reşit değilse, malpraktis davası yasal temsilcileri (genellikle anne ve baba) tarafından açılır. Müdahaleyi yapan hekim, doğrudan davalı olabilir. Ancak işlem özel hastane çatısı altında gerçekleşmişse, malpraktis davası çoğu zaman özel hastaneye karşı açılmakta, ek olarak hekime karşı da haksız fiil hükümlerine dayanılarak bireysel sorumluluk yüklenmektedir.
Bir başka önemli nokta, malpraktis davası açıldığında davacının yalnızca zararın tazminini değil, aynı zamanda bu tür hatalı işlemlerin tekrarlanmasının önüne geçilmesini de talep edebilmesidir. Böylece malpraktis davası, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir hukuk mücadelesine de dönüşebilir.
Malpraktis davası, özel hastane veya bağımsız doktor tarafından gerçekleştirilen tıbbi müdahalenin hatalı, ihmalkâr ya da tıbbi standartlara aykırı olması halinde açılan, genellikle maddi ve manevi tazminat taleplerini kapsayan kapsamlı bir hukuk davasıdır. Her olayın kendine özgü koşulları bulunduğundan, malpraktis davası açılmadan önce somut zarar, illiyet bağı, kusur ve sorumluluk kriterlerinin dikkatle değerlendirilmesi gerekir. Bu bağlamda, doğru hukuki stratejiyle yürütülecek bir malpraktis davası, hem mağdurun haklarının korunmasını hem de sağlık hizmetlerinde kalite ve güvenin artırılmasını sağlar.
Malpraktis davaları konusunda detaylı bilgiler için Malpraktis Davası Nedir? isimli makalemizi okuyabilirsiniz.
MALPRAKTİS DAVASINDA BİLİRKİŞİ RAPORUNUN ÖNEMİ
Malpraktis davasında bilirkişi raporu, davanın seyrini ve sonucunu büyük ölçüde belirleyen en kritik unsurlardan biridir. Çünkü tıbbi uygulamalarda hekimin bir kusurunun bulunup bulunmadığı, yapılan müdahalenin tıp biliminin kabul gören kurallarına uygun olup olmadığı gibi teknik değerlendirmeler, mahkeme hâkimlerinin uzmanlık alanı dışında kaldığından, bu hususların açıklığa kavuşturulması için bilirkişilerin görüşüne başvurulmaktadır.
Hatalı sünnet nedeniyle açılan malpraktis davasında, iddia edilen zararın gerçekten tıbbi bir hata sonucu mu oluştuğu, yoksa öngörülebilir bir komplikasyon mu olduğu ancak uzman bilirkişi tarafından objektif şekilde değerlendirilebilir. Bilirkişi raporu, hekimin tıbbi standartlara uygun hareket edip etmediğini, müdahalenin doğru zamanda, doğru şekilde ve gerekli özenle yapılıp yapılmadığını ortaya koyar. Bu nedenle bilirkişi raporu, malpraktis davasında delil niteliği taşıyan en belirleyici unsurlardan biridir.
Malpraktis davalarında genellikle tıp fakültelerinden, adli tıp kurumlarından ya da Sağlık Bakanlığı’na bağlı uzman kurullardan bilirkişi raporu talep edilir. Raporda; işlemin tıbbi açıdan doğruluğu, ihmal olup olmadığı, özen yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediği gibi konular ayrıntılı olarak analiz edilir. Ayrıca, zarar ile işlem arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı da rapor kapsamında değerlendirilir.
Ancak bilirkişi raporu bağlayıcı değil, takdiri delil niteliğindedir. Bu nedenle taraflar, raporun eksik veya hatalı olduğunu düşünüyorsa, iki hafta içinde itiraz dilekçesi sunarak yeni bilirkişi atanmasını talep edebilir. Mahkeme, itirazı haklı bulursa, ek rapor isteyebilir ya da farklı bir bilirkişi heyetinden yeniden değerlendirme talep edebilir. Bu yönüyle, bilirkişi raporunun içeriği kadar, bu rapora yapılacak etkili itirazlar da davanın kaderini değiştirebilir.
Malpraktis davasında bilirkişi raporu, tıbbi müdahalenin hatalı olup olmadığını belirleyen ve mahkeme kararına yön veren temel teknik delildir. Bilirkişi raporunun eksiksiz, tarafsız ve bilimsel dayanaklarla hazırlanması, adil bir yargılama süreci için hayati öneme sahiptir. Bu nedenle davacının da, davalının da süreci hukuki destekle ve tıbbi danışmanlıkla yürütmesi, hakkaniyetli bir sonuca ulaşılması açısından büyük önem taşır.
MALPRAKTİS DAVASI GÖREVLİ VE YEKİLİ MAHKEME
Malpraktis davalarında görevli ve yetkili mahkemeler malpraktis durumunun hangi kurumda ve ne şekilde gerçekleştiğine göre farklılık göstermektedir.
Özel sağlık kuruluşları ve bağımsız doktorlar karşısında malpraktis nedeniyle açılan tazminat davaları Tüketici Mahkemeleri görevlidir. Ancak, malpraktis sonucu mağdur olanlar doğrudan doktorun sigorta şirketine başvurup dava açabilirler; bu durumlarda Tüketici Mahkemesi değil, Asliye Ticaret Mahkemeleri görevlidir.
Özel hastaneler ve diğer özel sağlık kurum ve kuruluşları nezdinde gerçekleşen tıbbi uygulama sonucu ortaya çıkan doktor hatası nedeniyle açılacak olan tazminat davalarına bakmaya yetkili mahkemeye ise;
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 6. maddesinin 1. fıkrası gereğince genel yetkili mahkeme davalı gerçek veya tüzel kişinin, malpraktis davasının açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir. Ayrıca, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunumuzun 7. maddesinin 1. fıkrasına göre davalıların birden fazla olması durumunda davalılardan herhangi birinin yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir. Bu kural, davacıya yetkili mahkemeye istinaden seçimlik bir hak vermektedir.
Ancak tüzel kişilerin (Örneğin özel hastane, tıp merkezi vb. gerçek kişi olmayan kurum ve kuruluşlar) yerleşim yeri için 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 51. maddesi hükmü dikkate alınmalıdır; bu madde hükmüne göre: Tüzel kişinin kuruluş belgesinde başka bir hüküm bulunmadıkça, işlerinin yönetildiği yer, yerleşim yeridir.
HMK Madde 10, sözleşmeden doğan davalar için sözleşmenin yerine getirileceği yer mahkemesinin yetkili olduğunu belirtiyor. Genellikle bu, davalının yerleşim yeri mahkemesi olur ama özel hastane gibi çok şubeli tüzel kişilerle çalışan hastalar için bu kural büyük kolaylık sağlar. Bu durumda, tıbbi hatalar sonucu zarar gören hastalar, ilgili kurumun merkezinin bulunduğu yerde değil, tedavi aldıkları yer mahkemesinde de dava açabilirler.
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 73. maddesi, tüketicinin yerleşim yeri mahkemesinin yetkili olduğunu belirtir. Bu kural, özel hastane veya sağlık kuruluşlarında tedavi gören ve zarar gören kişilerin, kendi yerleşim yerlerinde tazminat davası açabilecekleri anlamına gelir. Bu durum, tıbbi hatalar sonucu zarar gören vatandaşların adalet arayışında daha kolay hareket etmelerine olanak sağlar.
Devlet hastaneleri ve diğer kamu sağlık kurumlarından kaynaklanan zararlar için maddi ve manevi tazminat talep eden davalarda görevli mahkeme, idare mahkemeleridir. Malpraktis nedeniyle açılan tam yargı davalarında yetkili mahkeme ise İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 32. maddesine göre, dava konusu idari işlemi veya idari sözleşmeyi yapan idari merciin bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir.
Bu konuda yetki, kamu düzenine ilişkindir ve hâkim tarafından resen gözetilir. Ayrıca, idari sözleşme niteliğinde hukuki işlemlerin olmadığı durumlarda, davacının ikametgâh adresinin bulunduğu yer mahkemesi yetkili mahkeme olabilir.
HATALI SÜNNET NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASINDATÜKETİCİ HAKEM HEYETİNE BAŞVURU
Hatalı sünnet nedeniyle ortaya çıkan malpraktis uyuşmazlıkları, tüketici hukuku kapsamında değerlendirilmektedir. Bu nedenle, 2024 yılı itibarıyla, talep edilen tazminat tutarı 104.000 TL’nin altında ise, uyuşmazlıkların çözümünde tüketici mahkemeleri yerine ilçe veya il tüketici hakem heyetleri yetkilidir. Bu durum, mağdurların daha hızlı ve masrafsız bir şekilde haklarını arayabilmesi için önemli bir kolaylık sağlamaktadır.
Tüketici hakem heyetine başvuru, yazılı dilekçe ile yapılır. Başvuru dilekçesinde, yaşanan somut olayın tüm detayları açıkça anlatılmalı; teknik ve hukuki dayanaklar ile iddiaları destekleyen belgeler eksiksiz sunulmalıdır. Başvuru şahsen, avukat aracılığıyla, posta yoluyla veya günümüzde yaygın olarak kullanılan Tüketici Bilgi Sistemi üzerinden online olarak yapılabilmektedir. Bu çoklu başvuru kanalları, hak arama sürecinin erişilebilirliğini artırmaktadır.
Başvuruyu inceleyen tüketici hakem heyetleri, gerektiğinde alanında uzman bilirkişilerden görüş alarak delillerin ve tıbbi uygulamanın uygunluğunu objektif biçimde değerlendirir. Başvurular genel olarak 6 ay içinde sonuçlanmakta olup, bu süre içinde davacı ve davalı taraflara karar tebliğ edilir. Verilen kararlara karşı tarafların itiraz hakkı bulunmaktadır; itirazlar, kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde yetkili tüketici mahkemesine yapılmalıdır.
Ancak sigorta şirketlerine karşı açılacak davalar, ticaret mahkemelerinin görev alanına girmekte olup, bu tür uyuşmazlıklarda tüketici hakem heyetlerine başvuru yapılmamaktadır. Sigorta şirketlerine karşı yapılacak talepler doğrudan asliye ticaret mahkemelerinde görülür.
HATALI SÜNNET NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASINDA ZORUNLU ARABULUCULUK UYGULAMASI
Hatalı sünnetten kaynaklanan (malpraktis) davalar, dava açılmadan önce zorunlu arabuluculuk sürecine tabi tutulmaktadır. Arabuluculuk süreci tamamlanmadan yapılan dava başvuruları usul yönünden reddedilmektedir. Bu nedenle, tüketici mahkemeleri veya ticaret mahkemelerinde açılan hatalı sünnet tazminat davalarına, arabuluculuk sürecine ait son tutanağın eklenmesi zorunludur.
Arabuluculuk süreci, tarafların arabuluculuk başvurusunda bulunmasıyla başlar ve arabuluculuk tutanağının düzenlenmesiyle sona erer. Bu süreç genellikle en fazla 4 hafta içerisinde tamamlanır.
Başvurular, adliyelerdeki arabuluculuk ofislerine veya bağımsız arabuluculuk merkezlerine yapılabilir. Başvuru sırasında arabuluculuk bürosu tarafından verilen formun eksiksiz doldurulup teslim edilmesi gerekir. Ayrıca, UYAP Vatandaş Portalı üzerinden online başvuru yapılması da mümkündür.
Arabulucu seçimi, tarafların mutabakatıyla gerçekleşir. Taraflar arabulucu üzerinde anlaşamazsa, arabuluculuk bürosu tarafından sicilde kayıtlı uygun bir arabulucu görevlendirilir.
Tüketici hakem heyetinin yetki alanındaki uyuşmazlıklarda arabuluculuk zorunluluğu bulunmamaktadır. Ancak hekime, özel hastaneye veya sigorta şirketine karşı açılan davalarda arabuluculuk zorunluluğu geçerlidir. Bu tür durumlarla ilgili detaylı bilgiler “tüketici davalarında arabuluculuk” ve “ticari davalarda arabuluculuk” başlıklı rehberlerde bulunmaktadır.
HATALI SÜNNET NEDENİYLE DEVLET HASTANELERİNE KARŞI AÇILAN TAZMİNAT DAVASI
Hatalı sünnet nedeniyle devlet hastanesine karşı açılan malpraktis davaları, idari dava niteliğinde olup maddi ve manevi tazminat davalarından farklı olarak idari yargılama usulüne tabidir. Bu davalarda, dava öncesinde idareye başvurma zorunluluğu, zamanaşımı süreleri, dava taraflarının belirlenmesi ve yetkili mahkemenin tespiti gibi hususlar farklılık göstermektedir. Devlet hastanelerinin yanı sıra devlet ve vakıf üniversiteleri hastanelerinde yapılan hatalı sünnet işlemleri de idari yargılama kapsamında değerlendirilmektedir.
Dava açmadan önce idareye başvuru yapılması zorunludur. Bu başvuru, Sağlık Bakanlığı’na, hatalı sünnet işlemine ilişkin tüm detayların ve belgelerin yer aldığı yazılı bir dilekçe ile yapılır. Hatalı sünnet sonucunda zararın öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl ve her halükarda işlemin yapıldığı tarihten itibaren 5 yıl içinde başvuru gerçekleştirilmelidir. İdare, başvuruyu 60 gün içinde yanıtlamak zorundadır; eğer cevap verilmez ya da yetersiz cevap sunulursa 60 günlük sürenin sonunda tam yargı davası açılabilir. Başvuru reddedilirse, ret kararının tebliğinden itibaren dava açma hakkı doğar.
Tam yargı davası, devlet hastanelerinde yapılan hatalı sünnet işlemlerinin yol açtığı zararların tazmini için açılan idari davadır. Bu davada davalı taraf Sağlık Bakanlığıdır; devlet hastanesine karşı maddi veya manevi tazminat davası açılamaz. Dava konusu çocuk ise, çocuk dava ehliyeti olmadığından ebeveynleri tarafından temsil edilir. Vakıf ve devlet üniversitesi hastanelerinde gerçekleşen hatalı sünnetlerde ise davalı taraf üniversite rektörlüğü olarak gösterilir.
Zamanaşımı açısından, tam yargı davalarında zarar öğrenildikten sonra 5 yıllık süre içinde dava açılması gerekmektedir. Bu süre dolduğunda dava hakkı düşer. Yetkili ve görevli mahkeme ise, devlet hastaneleri için genellikle Ankara idare mahkemeleridir. Vakıf ve devlet üniversitesi hastanelerinde yapılan hatalı sünnet işlemleri nedeniyle açılan davalarda ise yetkili mahkeme, ilgili üniversitenin rektörlüğünün bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir.
Devlet hastanelerine karşı açılan hatalı sünnet kaynaklı malpraktis davaları idari yargılama usulüne tabi olup, dava öncesi idareye başvuru, zamanaşımı ve yetkili mahkeme gibi hususlar özel düzenlemelere tabidir. Bu süreçte mevzuata uygun hareket etmek, hakkın korunması açısından önem taşımaktadır.
SAĞLIK AVUKATINA SORU SORABİLİRSİNİZ.
Hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası, sünnet işlemi sırasında yapılan tıbbi hata ya da ihmal sonucu çocuğun fiziksel veya psikolojik zarar görmesi durumunda, kusurlu sağlık personeline veya kuruma karşı açılan bir sorumluluk davasıdır. Bu tür davalarda, işlemi gerçekleştiren kişinin ehliyetsiz olması, hijyen kurallarına uyulmaması, yanlış teknik kullanılması ya da tıbbi standartlara aykırı uygulamalar esas alınarak maddi ve manevi tazminat talep edilir. Eğer işlem devlet hastanesinde yapılmışsa idareye karşı tam yargı davası; özel hastane veya kişi tarafından yapılmışsa adli yargıda haksız fiil veya sözleşmeye aykırılık nedeniyle dava açılır. Amaç, uğranılan zararın giderilmesi ve mağdurun yaşam kalitesinin korunmasıdır. Hatalı sünnet nedeniyle tazminat davası konusunda alanında bir uzman Sağlık Avukatına soru sormak için Avukata sor linkini tıklayarak sorabilirsiniz.
SAĞLIK AVUKATINDAN ONLINE DANIŞMANLIK ALABILIRSINIZ.
Sorularınızı ve bu sorularla ilgili evrakı sisteme yükleyebilirsiniz. Online danışmanlıkta istediğiniz gün ve saati seçebildiğiniz gibi görüşme tipini de seçebilmektesiniz. Zoom, teams, whatsapp ya da telefon üzerinden görüşme sağlanabilmektedir. Ödemenin ardından tarafınıza randevu yapıldığına dair mail ile bilgi gelmektedir. Sistemde yaşanan herhangi bir sorun olduğundan iletişim numaralarımızdan iletişime geçtiğinizde toplantı manuel olarak planlanabilir. Müvekkillerimizin doğru bilgiye hızlı ve güvenilir şekilde ulaşmasını sağlamak için kurulan Online Danışmanlık Sistemimizden yüzlerce randevu alınmış olup müvekkillerimizin faydalanması amaçlanmıştır.